Ticareti Terk Suçu

Ticareti terk suçu

Esas No:2014/835
Karar No:2016/52

Mahkemesi : … İcra Ceza
Ticareti usulüne aykırı olarak terk etmek suçundan sanıkların beraatine ilişkin, … İcra Ceza Mahkemesince verilen … gün ve … sayılı hükmün şikâyetçi vekili tarafından temyiz edilmesi üzerine dosyayı inceleyen Yargıtay … Ceza Dairesince … gün ve …-… sayı ile;
“1- Şikâyetçi vekilinin 07.06.2011 tarihli şikayet dilekçesine eklediği belgelerden … Tasarım ve Reklamcılık Hizmetleri Tic. Ltd. Şti. temsilcisinin …; … Kırtasiye Büro Malz. Matbaa İnş. Tur. Gıda ve Hayvancılık İth İhr. San. ve Tic. Ltd. Şti. temsilcisinin de … olduğunun belirli olmasına karşın, yargılamaya devamla bu sanıklar yönünden esastan bir karar verilmesi gerekirken, yazılı şekilde tüzel kişilik hakkında hüküm kurulması,
2- Ayrıntıları, Yargıtay Ceza Genel Kurulunun 14.02.2012 tarih ve 2011/505, 509 ve 513 Esas sayılı kararlarında da açıklandığı üzere, İİK’nun 337/a maddesinde düzenlenen ‘ticareti usulüne aykırı terk etmek’ suçunun ticaret şirketleri müdür ve yetkililerince de işlenmesinin mümkün olduğu cihetle; ticaret şirketi yetkilisi olan sanıklara isnat edilen suçun oluşabilmesi için tacirin fiili olarak ticareti terk etmesi, bu durumu onbeş günlük süre içerisinde kayıtlı olduğu ticaret siciline bildirmemesi, bütün aktif ve pasifi ile alacaklılarının isim ve adreslerini içeren bir mal beyannamesi vermemesinin gerekmesi nedeniyle, borçlu şirketin ticareti terk edip etmediği yönünde zabıta araştırması yaptırılarak ve kayıtlı olduğu Vergi Dairesi Müdürlüğünden mükellefiyetlerinin devam edip etmediğinin tespitinden sonra hukuki durumunun takdir edilmesi gerekirken, eksik inceleme ile yazılı şekilde beraat kararı verilmesi” isabetsizliklerinden bozulmasına karar verilmiştir.
… İcra Ceza Mahkemesi ise … gün ve … sayı ile;
“…Ceza hukuku açısından fail, eylemi gerçekleştiren kimsedir. Bu kimsenin cezalandırılabilmesi onun eylemi gerçekleştirmesi koşuluna bağlıdır. Basit bu kabul, bizi konumuz açısından failin yargılanması gereken kişi veya başkası olup olmadığı şeklindeki arayışa sevk eder.
Bunu belirleyecek olan 44. madde içeriğidir. 44. madde 337/a’daki eylemin failinin belirlenmesi açısından merkezi bir rol üstlenir. Buraya değin anlatılan temeller referans alındığında, somut olayda mal beyanı ödevinden kaçınan ya da kabaca ticareti terk ettiği iddia edilen kimse tüzel kişidir.
Tüzel kişiliğin, mal beyanında bulunma ödevinden yoksun olması ya da 44. madde çerçevesinde kendisine atfedilecek bir sorumluluktan yoksun olması, onun temsilci, yönetici veya ortaklarının mal bildiriminde bulunmalarını önlemektedir. Dolayısıyla 44. madde kapsamı dışında kalan özü itibarıyla tasfiye ve infisah hükümlerine tabi bir kimsenin yönetici veya sorumlularının, 44. maddenin buyruklarını yerine getirmediklerini dolayısıyla 337/a madde uygulamasında fail olarak addedilmelerine imkan bulunmamaktadır.
Dolayısıyla burada sanığın kanunen sorumlu olmadığından ötürü bir edimi yerine getirmediğinden bahisle 337/a maddesine istinaden cezalandırılması olanaksızdır.” gerekçesiyle direnerek önceki hükümde olduğu gibi sanığın beraatine karar vermiştir.
Bu hükmün de şikâyetçi vekili tarafından temyiz edilmesi üzerine Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığının … gün ve … sayılı “bozma” istekli tebliğnamesiyle Yargıtay Birinci Başkanlığına gönderilen dosya, Ceza Genel Kurulunca değerlendirilmiş ve açıklanan gerekçelerle karara bağlanmıştır.
TÜRK MİLLETİ ADINA
CEZA GENEL KURULU KARARI
Sanıkların ticareti usulüne aykırı olarak terk etmek suçundan beraatlerine karar verilen olayda, Özel Daire ile yerel mahkeme arasında oluşan ve Ceza Genel Kurulunca çözümlenmesi gereken uyuşmazlıklar;
1- Ticareti terk suçundan verilen dava dilekçesinde sanık olarak sadece şirketlerin gösterilmesi ve dilekçede yer almayan şirket müdürleri ve yetkili temsilcilerinin ise dilekçeye eklenen belgelere göre tespit edilebilmesi durumunda, müdürler ve şirket temsilcileri hakkında hüküm kurulmasının mümkün bulunup bulunmadığı,
2- Şikâyete konu şirketlerin fiilen ticareti terk edip etmediği hususunda zabıta araştırması yaptırılmadan ve vergi mükellefliğinin devam edip etmediği de belirlenmeden hüküm kurulmasının isabetli olup olmadığı,
Noktalarında toplanmaktadır.
İncelenen dosya kapsamından;
Dosyada onaysız örneği bulunan icra dosyasına göre, 07.04.2008 tarihinde şikâyetçi … Hizmetleri A.Ş. tarafından, dava dilekçesinde sanık olarak gösterilen şirketler hakkında 4.000 Lirası ödeme nedeniyle mahsup edilen 8.275 Lira bedelli bir çek dolayısıyla kambiyo senetlerine dayalı haciz yoluyla icra takibine başlanıldığı,
Ödeme emirlerinin direnmeye konu şirketlerin ticaret sicilinde yer alan adreslerine 09.04.2008 ve 14.04.2008 tarihlerinde tebliğ edildiği,
Söz konusu şirketler ve yetkilileri tarafından herhangi bir şekilde mal beyanında bulunulmaması üzerine, şikayetçi vekilinin talebiyle talimat gönderilen icra müdürlükleri tarafından 12.05.2011 ve 13.05.2011 tarihlerinde haciz işlemi için şirket adreslerine gidildiğinde şirketlerin taşındığının tespit edildiği,
Şikâyetçi vekilinin 07.06.2011 tarihli dava dilekçesinde sanık olarak sadece şirketlerin gösterildiği, bu şirketlerin müdür veya temsilcilerinin isim ve kimlik bilgilerine dilekçede yer verilmediği, ancak dilekçede sanıkların hapis cezası ile cezalandırılmalarının istenildiği, dilekçe ekinde ibraz edilen ticaret sicilleri ve belgelere göre, …’nın … Tasarım ve Reklamcılık Hizmetleri Ticaret Limited Şirketi’nin 245.000 Liralık toplam sermayesinin 235.200 Liralık, …’nun … Kırtasiye Büro Malzemeleri Matbaa İnşaat Turizm Gıda ve Hayvancılık İthalat İhracat Sanayi ve Ticaret Limited Şirketi’nin 50.000 Liralık, toplam sermayesinin 49.500 Liralık bölümlerine sahip ortakları olup, aynı zamanda “müdür” sıfatıyla da şirketi temsile yetkili oldukları, dava dilekçesinde “sanıkların ticareti terk etmesine rağmen durumu Ticaret Siciline bildirmediği gibi mal beyanında da bulunmadığı” iddiası ile ticareti terk suçundan dava açıldığı,
Yerel mahkemece yapılan tensipte, “5237 sayılı TCK’nun 20 ve 60. maddeleri ile İcra İflas Kanununun 345. maddelerinin tüzel kişiliğin sorumluluğunu kaldırmakla tüzel kişiyi suç tarihinde temsile yetkili kişi ya da kişilerin tanınmasına yarayacak kimlik bilgilerinin tespiti ile dayanaklarıyla birlikte mahkememize sunulması, bu ödeve riayet edilmemesi halinde, yargılanacak öznenin belirsizliğinden ötürü TTK’nun 20. maddesi hükmü de gözetilerek mevcut bilgiler referans alınarak karar ittihazına” şeklinde bir karar alındığı, bu karar uyarınca ticaret sicili memurluğuna yazılan yazı üzerine, memurluk tarafından 22.03.2004 ve 22.08.2005 tarihli ticaret sicili gazetesi örnekleri ile şirket müdürleri olan … ve …’nun nüfus ve ikamet bilgilerinin mahkemeye gönderildiği,
Söz konusu şirketin ticareti fiilen terk edip etmediği hususunda bir araştırma yaptırılmadığı ve ilgili vergi dairesinden de vergi mükellefliğinin devam edip etmediğinin sorulmadığı,
Anlaşılmaktadır.
Uyuşmazlık konularının sırasıyla ele alınmasında fayda bulunmaktadır:
1- Ticareti terk suçundan verilen dava dilekçesinde sanık olarak sadece şirketin gösterilmesi ve dilekçede gösterilmeyen şirket müdürü ve yetkili temsilcisinin ise dilekçeye eklenen belgelere göre tespit edilebilmesi durumunda, şirket müdürü ve yetkili temsilcisi hakkında hüküm kurulmasının mümkün olup olmadığı;
2004 sayılı İcra ve İflas Kanunu, bu kanun kapsamında çıkan hukuksal sorunların en kısa ve basit bir şekilde çözümlenmesi yöntemini benimsemiş ve buna bağlı olarak da, kanunda düzenlenen suçlara ilişkin 346 ila 354. maddeleri arasında farklı bir yargılama usulü öngörmüştür.
Kanun koyucu 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu ile 1 Haziran 2005 tarihinde yürürlüğe giren 5358 ve 06.03.2007 tarihinde yürürlüğe giren 5582 sayılı Kanunlarla İİK’nun çeşitli maddelerinde değişiklik yapmasına karşın, bu özel yargılama usulünü bazı küçük değişiklikler dışında aynen korumuştur.
5237 sayılı TCK’da, cürüm-kabahat ayrımı ve buna bağlı olarak da yaptırım sisteminde yer alan ağır-hafif hapis ayrımına son verilmesi üzerine, kanunda kabahat olarak öngörülen bir kısım eylemler 5326 sayılı Kabahatler Kanunu ile idari yaptırımı gerektiren eylemler olarak düzenlenmiş, bir kısım eylemler ise suç haline getirilmiştir. Bu sistem ve yaptırım değişikliğinin zorunlu sonucu olarak, özel yasalardaki yaptırım sisteminin de 5237 sayılı Kanuna uyarlanması amacıyla 01.06.2005 tarihinde yürürlüğe konulan 5252 sayılı Türk Ceza Kanununun Yürürlük ve Uygulama Şekli Hakkındaki Kanunun 7. maddesi ile kanunlarda, yaptırımı hafif hapis ve hafif para cezası olarak öngörülen eylemler ve buna bağlı olarak, İcra ve İflas Kanununda, yaptırımı hafif hapis olarak öngörülen eylemler idari para cezası gerektiren kabahatlere dönüştürülmüştür.
Ancak, bu genel uyarlama hükmünün yetersiz olduğunu gören kanun koyucu, 01.06.2005 tarihinde yürürlüğe giren 5358 sayılı Kanun ile İcra ve İflas Kanunu’nun 16. bab kapsamındaki fiilleri ikili bir ayrıma tabi tutarak, bir kısım eylemleri suç olarak, diğer bir kısım eylemleri ise, kabahat olarak düzenlemiştir. Bazı suçların re’sen takibi öngörülmüşken, bazı suçların ise takibi şikayet şartına bağlanmış, bu husus da suç tanımının yer aldığı maddelerde, “bu suçlar alacaklının şikayeti üzerine takip olunur”, “alacaklının şikayeti üzerine”, “ilgilinin şikayeti üzerine”, “zarar gören alacaklının şikayeti üzerine” ibareleriyle açıkça belirtilmiştir.
İcra ve İflas Kanununun 337/a maddesinde; “44 üncü maddeye göre mal beyanında bulunmayan veya beyanında mevcudu eksik gösteren veya aktifinde yer almış malı veya yerine kaim olan değerini haciz veya iflas sırasında göstermeyen veya beyanından sonra bu malları üzerinde tasarruf eden borçlu, bundan zarar gören alacaklının şikayeti üzerine, üç aydan bir yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır.
Birinci fıkradaki fiillerin işlenmesinden alacaklının zarar görmediğini ispat eden borçluya ceza verilmez.
Borçlunun, iflası halinde, birinci fıkradaki durum ayrıca taksiratlı iflas hali sayılır” şeklinde düzenlenmiş bulunan “ticareti terk” suçu da kovuşturması şikâyete tâbi olup dava açma yöntemi, İİK’nun 349. maddesinde;
“Şikâyet dilekçe ile veya şifahi beyanla yapılır. Dilekçeyi veya dava beyanını alan icra mahkemesi duruşma için hemen bir gün tayin edip şikâyetçinin imzasını alır ve maznuna celpname gönderir. Şahit gösterilmişse o da celbolunur.
İki taraf tayin olunan gün ve saatte icra mahkemesinin huzuruna gelmeğe veya vekil göndermeğe mecburdurlar.
İcabında merci, tarafların bizzat hazır bulunmasını emredebilir.
Maznun başka yerde ikamet ediyorsa istinabe yoluyla sorguya çekilir.
Maznun, şikâyeti alan veya istinabe edilen icra mahkemesinin huzuruna gelmez veya müdafi göndermezse yahut bizzat bulunmasına lüzum görülürse zabıta marifetiyle getirilir. Bu suretle de bulundurulamazsa muhakeme gıyabında görülür.
Şikâyetçi muayyen zamanda gelmez ve vekil de göndermezse şikâyet hakkı düşer.
Gelmeyen şahitlere yapılacak muamele ile borçlunun gıyabında verilen karara karşı eski hale getirme talebi hakkında Ceza Muhakemeleri Usulü Kanununda yazılı hükümler tatbik olunur” şeklinde açıkça gösterilmiştir.
Şikâyet, aynı kanunun 346 ve 347. maddeleri uyarınca yetkili kılınan icra ceza mahkemesine “fiilin öğrenildiği tarihten itibaren üç ay ve her halde fiilin işlendiği tarihten itibaren bir yıl” içinde yapılmalıdır.
Görüldüğü gibi, kanun koyucu bu suça ilişkin olarak, 5271 sayılı CMK sisteminden farklı bir yöntem benimsediğinden, CMK hükümleri değil, İİK hükümleri uygulanmalıdır. Nitekim bu husus Ceza Genel Kurulunun 13.02.2007 gün ve 16-28 ile 22.06.2010 gün ve 114-154 sayılı kararlarında da vurgulanmıştır.
Dava açan belge olması nedeniyle şikayetçi tarafından icra ceza mahkemesine verilecek olan şikâyet dilekçesinin, şüpheli veya şüphelilerin isimleri ve şikâyet konusu olaya ilişkin bilgileri taşıması zorunlu olmakla birlikte, bu dava dilekçesinin 5271 sayılı CMK’nun 170. maddesinde belirtilen iddianamenin bütün şekil şartlarını içermesi zorunluluğu da bulunmamaktadır.
Diğer taraftan, 2004 sayılı İİK’nun 345. maddesinde; “Bu kanunda yazılı suçlar, hükmi bir şahsın idare veya muamelelerini ifa sırasında işlenmiş ise ceza o hükmi şahsın müdürlerinden, mümessil veya vekillerinden, tasfiye memurlarından, idare meclisi reis ve azasından veya murakıp ve müfettişlerinden fiili yapmış olan hakkında hükmolunur” düzenlemesi yer almaktadır.
Bu açıklamalar ışığında uyuşmazlık konusu değerlendirildiğinde;
Şikayetçi vekili tarafından, yerel mahkemeye sunulan 07.06.2011 tarihli şikâyet dilekçesinde şüphelilerin ismi yerine şirket isimleri yazılmış, dilekçenin içeriğinde şüphelilerin hapis cezası ile cezalandırılması talep edilmiş, bununla da yetinilmeyerek sanıkların şirketlerin ortağı olduklarını, aynı zamanda “müdür” sıfatıyla şirketleri temsile yetkili olduklarını gösteren ticaret sicil gazetelerinin internet çıktısı dilekçeye eklenmiştir. Ayrıca yerel mahkemece verilen tensip kararı uyarınca, istenilmesi üzerine ticaret sicili memurluğu tarafından sanıkların münferiden şirketi temsile yetkili olduğunu gösteren 22.03.2004 ve 22.08.2005 tarihli ticaret sicili gazetesi örnekleri ile … ve …’nun nüfus ve ikamet bilgileri dosyaya gönderilmiştir.
Bu durum karşısında, şikâyet dilekçesi eklerinden sanıkların kimliği hiçbir şüpheye yer vermeyecek şekilde anlaşıldığından, dilekçede sanıkların isminin bulunmadığını söylemek mümkün değildir. Dilekçede sanıkların isminin yazılmaması bir eksiklik ise de, yukarıda açıklanan şekilde dilekçenin içeriği, dilekçe ekindeki belgeler ve tensip kararı ile bu eksiklik giderilmiştir.
Bu nedenle, hükmün anılan ticari şirket temsilcileri hakkında kurulması gerekirken, gerekçeli karar başlığında ticari şirket ismine yer verilerek hükmün ticari şirketler hakkında kurulmasında isabet bulunmamaktadır.
Bu itibarla, sanık olarak ticari şirketler hakkında hüküm kurulmasına ilişkin yerel mahkeme direnme hükmünün bu yönden bozulmasına karar verilmelidir.
2- Şirketin fiilen ticareti terk edip etmediği hususunda zabıta araştırması yaptırılmadan ve vergi mükellefliğinin devam edip etmediği de belirlenmeden hüküm kurulmasının isabetli olup olmadığı;
İİK’nun “Ticareti Terk Edenler” başlıklı 44. maddesi;
“Ticareti terk eden bir tacir onbeş gün içinde keyfiyeti kayıtlı bulunduğu ticaret siciline bildirmeye ve bütün aktif ve pasifi ile alacaklılarının isim ve adreslerini gösteren bir mal beyanında bulunmaya mecburdur. Keyfiyet ticaret sicili memurluğunca ticaret sicili ilanlarının yayınlandığı gazetede ve alacaklıların bulunduğu yerlerde de mutat ve münasip vasıtalarla ilan olunur. İlan masraflarını ödemeyen tacir beyanda bulunmamış sayılır.
Bu ilan tarihinden itibaren bir sene içinde, ticareti terk eden tacir hakkında iflas yolu ile takip yapılabilir.
Ticareti terk eden tacir, mal beyanının tevdii tarihinden itibaren iki ay müddetle haczi kabil malları üzerinde tasarruf edemez.
Üçüncü şahısların zilyetlik ve tapu sicili hükümlerine dayanarak iyi niyetle elde ettiği haklar saklıdır. Ancak karı ve koca ile usul ve füru, neseben veya sıhren ikinci dereceye kadar (bu derece dâhil) hısımlar, evlat edinenle evlatlık arasındaki iktisaplarda iyi niyet iddiasında bulunulamaz.
Mal beyanını alan merci, keyfiyeti tapu veya gemi sicil daireleri ile Türk Patent Enstitüsüne bildirir. Bu bildiri üzerine sicile, temlik hakkının iki ay süre ile tahdit edilmiş bulunduğu şerhi verilir. Keyfiyet ayrıca Türkiye Bankalar Birliğine de bildirilir.
Bozulmaya maruz veya muhafazası külfetli olan veya tayin edilen kanuni müddet içinde değerinin düşmesi kuvvetle muhtemel bulunan mallar hakkında, tacirin talebi üzerine, mahkemece icra memuru marifetiyle ve bu kanun hükümleri dairesinde bu malların satılmasına ve bedelinin 9’uncu maddede yazılı bir bankaya depo edilmesine karar verilebilir” şeklinde olup, belirtilen yükümlülüklere aykırı davranmak, aynı kanunun 337/a maddesinde “ticareti terk edenlerin cezası” başlığı altında;
“44’üncü maddeye göre mal beyanında bulunmayan veya beyanında mevcudunu eksik gösteren veya aktifinde yer almış malı veya yerine kaim olan değerini haciz veya iflas sırasında göstermeyen veya beyanından sonra bu malları üzerinde tasarruf eden borçlu, bundan zarar gören alacaklının şikâyeti üzerine, üç aydan bir yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır.
Birinci fıkradaki fiillerin işlenmesinden alacaklının zarar görmediğini ispat eden borçluya ceza verilmez.
Borçlunun iflası halinde, birinci fıkradaki durum ayrıca taksiratlı iflas hali sayılır” biçiminde yaptırıma bağlanmıştır.
İİK’nun 44. maddesinde ticareti terk eden tacir açısından muhatapların kanuni haklarını korumaya yönelik bir takım yükümlülükler getirilmiş, yükümlülüklere aykırı hareket etmenin yaptırımı da aynı kanunun 337/a maddesinde gösterilmiştir.
06.06.1965 tarihinde yürürlüğe giren 538 sayılı Kanunun 22. maddesiyle değiştirilen İİK’nun 44. maddesinin gerekçesinde de; “Ticareti terk etmek suretiyle alacaklıların takibinden kurtulmak isteyen kimselerle mücadele etmek, kaçınılması imkânsız bir zaruret halini almıştır. Bilhassa son senelerde ticareti terk eden kötü niyetli borçluların işyerlerini terk ettikleri ve ellerindeki malları başkalarına devrederek alacaklılarını zarara uğrattıkları sık sık görülen hakikatlerdendir. Ticareti terk ederek alacaklıların takibinden kurtulmak isteyen kimselerle tesirli bir şekilde mücadeleyi temin için İcra ve İflas Kanunu sistemi içinde madde tadil edilmiş ve ayrıca bu maddeye muhalefet 337/a maddesiyle cezalandırılmıştır” denilmektedir.
Takibi şikâyete bağlı olan seçimlik hareketli bu suçun oluşabilmesi için;
1- İİK’nın 44. maddesine göre mal beyanında bulunulmaması,
2- Mal beyanında mevcudun eksik gösterilmiş olması,
3- Aktifte yer alan mal veya onun yerine kaim olan değerin, haciz veya iflas sırasında gösterilmemesi,
4- Mal beyanından sonra, beyan edilen bu mallar üzerinde tasarruf edilmesi,
Gereklidir.
Kanun maddesinde gösterilen bu seçimlik hareketlerin herhangi birisinin işlenmesiyle, diğer şartların da gerçekleşmesi halinde ticareti terk suçu oluşacaktır.
44. maddeye uygun bir biçimde mal beyanında bulunulduğundan söz edebilmek için, borçlunun ticareti bıraktıktan sonra onbeş gün içinde durumu ticaret siciline bildirmesi, bütün aktif ve pasifleri ile alacaklıların isim ve adreslerini içerecek şekilde mal beyanında bulunması gerekir. Ayrıca suçun oluşabilmesi için borçlunun fiilinden dolayı alacaklının zarar görmesi de gerekmektedir. 337/a maddesinin ikinci fıkrasındaki; “birinci fıkradaki fiillerin işlenmesinden alacaklının zarar görmediğini ispat eden borçluya ceza verilmez” hükmü uyarınca, alacaklının zarar görmediğini ispat etme zorunluluğu borçluya aittir.
Bunun yanında ticareti terk eden borçlunun ayrıca tacir sıfatı taşıması gerekmektedir. 6102 sayılı Türk Ticaret Kanununun 12. maddesinde gerçek kişi tacir; “bir ticari işletmeyi, kısmen de olsa kendi adına işleten kişi” olarak tanımlandıktan sonra, aynı kanunun 16. maddesinde; “ticaret şirketleriyle, amacına varmak için ticari bir işletme işleten vakıflar, dernekler ve kendi kuruluş kanunları gereğince özel hukuk hükümlerine göre yönetilmek veya ticari şekilde işletilmek üzere Devlet, il özel idaresi, belediye ve köy ile diğer kamu tüzel kişileri tarafından kurulan kurum ve kuruluşlar da tacir sayılırlar” denilmiş, 124. maddesinde ticaret şirketleri; “kollektif, komandit, anonim, limited ve kooperatif şirketleri” olarak sayılmıştır.
Bu aşamada ticareti terk kavramı üzerinde durulmasında fayda bulunmaktadır. Öğreti ve uygulamada; “ticari işletmeyi kendi adına işletmekten vazgeçmek veya ticari işletmeyi kapatmak ya da dağıtmak” olarak tanımlanan ticareti terk fiilinin, mevzuatta belirlenen hukuki yönteme uygun olarak ticari faaliyetin sonlandırılması şeklinde ortaya çıkması mümkün olduğu gibi, ticari işletme hukuki olarak varlığını devam ettirmekle birlikte, fiili olarak sona erdirilmesi şeklinde gerçekleşmesi de imkân dâhilindedir.
Sanıkların temsile yetkili olduğu şirketlerin limited şirket olması nedeniyle, anılan ticari şirketlere ilişkin kanuni hükümlerin de incelenmesi gerekmektedir. 6102 sayılı Türk Ticaret Kanununun 573. maddesinde;
(1) Limited şirket, bir veya daha çok gerçek veya tüzel kişi tarafından bir ticaret unvanı altında kurulur; esas sermayesi belirli olup, bu sermaye esas sermaye paylarının toplamından oluşur.
(2) Ortaklar, şirket borçlarından sorumlu olmayıp, sadece taahhüt ettikleri esas sermaye paylarını ödemekle ve şirket sözleşmesinde öngörülen ek ödeme ve yan edim yükümlülüklerini yerine getirmekle yükümlüdürler.
(3) Limited şirket, kanunen yasak olmayan her türlü ekonomik amaç ve konu için kurulabilir.” aynı kanunun 623. maddesinde ise;
“(1) Şirketin yönetimi ve temsili şirket sözleşmesi ile düzenlenir. Şirketin sözleşmesi ile yönetimi ve temsili, müdür sıfatını taşıyan bir veya birden fazla ortağa veya tüm ortaklara ya da üçüncü kişilere verilebilir. En azından bir ortağın, şirketi yönetim hakkının ve temsil yetkisinin bulunması gerekir.
(2) Şirketin müdürlerinden biri bir tüzel kişi olduğu takdirde, bu kişi bu görevi tüzel kişi adına yerine getirecek bir gerçek kişiyi belirler.
(3) Müdürler, kanunla veya şirket sözleşmesi ile genel kurula bırakılmamış bulunan yönetime ilişkin tüm konularda karar almaya ve bu kararları yürütmeye yetkilidirler” düzenlemelerine yer verilmiştir.
Limited şirketlerin tüzel kişiliğinin sona ermesi ise TTK’nun 636 ve 637. maddelerinde açıklanarak aynı kanunun 643. maddesindeki yollama nedeniyle de anonim şirketin tasfiyesine ilişkin kuralların limited şirketler hakkında da uygulanacağı belirtilmiştir.
İcra İflas Kanununda düzenlenen suçların tüzel kişilerin faaliyetleri sırasında işlenmesi halinde kimlerin sorumlu olacağı, “hükmi şahısların muamelelerinde kimlerin ceza göreceği” başlıklı 345. maddesinde; “bu kanunda yazılı suçlar, hükmi bir şahsın idare veya muamelelerini ifa sırasında işlenmiş ise ceza o hükmi şahsın müdürlerinden, mümessil ve vekillerinden, tasfiye memurlarından, idare meclisi reis ve azasından veya murakıp ve müfettişlerinden fiili yapmış olan hakkında hükmolunur” şeklinde hüküm altına alınmış olup, limited şirket müdürlerinin ve yetkili temsilcilerinin de bu kapsamda olduğu açıktır.
Nitekim Yargıtay Ceza Genel Kurulunun 14.02.2012 gün ve 513-29, 27.05.2014 gün ve 100-278, 23.09.2014 gün ve 99-398, 09.12.2014 gün ve 301-551, 24.02.2015 gün ve 502-10 sayılı kararları da bu doğrultudadır.
Bu açıklamalar ışığında uyuşmazlık konusu değerlendirildiğinde;
Ticareti usulüne aykırı olarak terk etmek suçunun oluşabilmesi için, gerçek kişi tacir ya da ticaret şirketi müdür veya yetkili temsilcilerinin fiili olarak ticareti terk etmesi ve bu durumu onbeş gün içerisinde kayıtlı bulundukları ticaret sicili memurluğuna bildirmemesinin gerekmesi karşısında; sanıkların ortağı ve yetkili temsilcisi oldukları limited şirketlerin ticareti gerçekten terk edip etmedikleri yönünde zabıta araştırması yaptırılıp, vergi mükellefliklerinin devam edip etmediği de belirlenerek, sonucuna göre sanıkların hukuki durumunun takdir ve tayini gerekirken, eksik araştırmaya dayalı olarak beraat hükmü kurulması yerinde değildir.
Bu itibarla, yerel mahkeme direnme hükmünde bu uyuşmazlık yönünden de isabet bulunmamaktadır.
Sonuç olarak, yerel mahkeme direnme hükmünün her iki uyuşmazlık yönünden de bozulmasına karar verilmelidir.
SONUÇ:
Açıklanan nedenlerle;
1- … İcra Ceza Mahkemesinin … gün ve … sayılı direnme hükmünün, dava dilekçesi içeriğinden ve ekindeki belgelerden hakkında dava açıldığı anlaşılan ticari şirket yetkilileri … ve … yerine tüzel kişi olan ticari şirketler hakkında hüküm kurulması ve ticari şirket temsilcisi olan sanıkların ticareti terk suçunun faili olabileceği gözetilmeden, eksik araştırmaya dayalı olarak beraat kararı verilmesi nedenleriyle BOZULMASINA,
2- Dosyanın, mahalline gönderilmek üzere Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığına TEVDİİNE, 09.02.2016 tarihinde yapılan müzakerede oybirliğiyle karar verildi.

Paylaş

Daha önce yorum yapılmadı.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Aramak istediğiniz kelimeyi giriniz

Shopping Cart